Zülfü Livaneli
Barış DönemiUzaklarda olduğum için, ne yazık ki Barış'ın cenaze töreninde bulunamadım. Ama öğrendiğim kadarıyla Barış'a yaraşır bir tören olmuş. Gazeteler bu kaybı manşete taşımış, köşe yazarlarımız yazılar yazmışlar. Demek ki iyi bir isim bırakarak ayrıldı Barış Manço. Sevilen bir sanatçı olarak bu ülkeye damgasını vurdu. Ölümünün ardından yazdığım ilk yazıda belirttiğim gibi, bu ülkenin insanları yıllar boyu onun şarkılarını söylemeye devam edecek. Ne mutlu Barış'a.
Kendi ülkesinde milyonlarca kişinin sevgisine, alkışına kavuştu ve ölümünden sonra halkı onun için yas tuttu. Dünyadaki her sanatçının yaşayabildiği bir şey değil bu. Ama divan şiirinin unutulmaz beyitini hatırlamanın da zamanı değil mi? 'Hani, kadrini seng-i musallada bilip ey Bâkî' Yanımda hiçbir kaynak olmadığı için şiiri yanlış yazarım diye korkuyor, bu yüzden sadece anlamını veriyorum. Ey Bâkî, değerini musalla taşında bilenler, karşında el bağlayıp, saf tutup dizilmişler. Keşke değerli insanlarımıza sağken de sahip çıksak. Onları yıpratmasak, ecellerinden evvel öldürmesek. Ölüm denen yıldırımın kimi ne zaman, nerede vuracağı belli değil ki!
Barış, arkadaşlarına göre Türkiye'nin çalkantılarını ucuz atlatmış sayılırdı. (Yıpratma kampanyalarını, asılsız dedikoduları, hastaneye düşüren yalanları saymazsanız tabii...) O dönemin sanatçılarından Cem Karaca da ağır bedeller ödedi. Selda da, diğerleri de. Yavuz Gökmen'in ölümünden sonra yazılanları görünce de aynı şeyleri düşünmüştüm. Madem bu kadar seveni vardı, niye daha önce bir kişi çıkıp da onun iyi niteliklerini vurgulayan bir yazı yazmadı. Aynı şey rahmetli Ergun Balcı için de geçerli.
İnsanlar onu yürekten seviyordu ama ölümünden sonra yazılan güzel yazılardan hiçbiri onun sağlığında yayımlanmamıştı. Türkiye'de, insanların hak ettikleri övgülere kavuşmaları için illa ölmeleri mi gerekiyor? Barış'ın zamansız ve acı veren kaybının Türkiye için bir "Barış Dönemi" başlatmasını ummak, fazla mı hayalcilik olur?
SABAH, 05.02.1999.