Çetin Altan
Bir fayton geçiyor odada, gecenin içinden...Kadıköy'de bir fayton... Faytonda beyaz tül duvaklı gencecik bir gelin.. Gelinin yanında omuzlarına kadar uzun saçlı, hafif sarkık bıyıklı, parmakları kocaman taş yüzüklü, mutlu yüzlü, güleç bakışlı bir damat; Barış Manço... Barış'ın nikah şahidi de bendim. Gece saat 2 sularında, sırtım yarı belime kadar yastığa dayalı, TV kanallarında gezinirken, bir alt yazı geçti, "Barış Manço'yu kaybettik..." Ne? Barış Manço öldü mü? Algılama gücüm sıfırı tüketmiş gibi oldu. Bir anlamsızlık kapladı geceyi, odayı, saliseleri... Henüz daha hiç inilememiş derinliklerdeki, yosunsuz ve balıksız, ışık tadı görmemiş, kaskatı bir karanlığın deniz gibi anlamsızlığı...
Kaç yaşındaydı ki Barış? 55-56 falan olmalı... Daha okulda başlamıştı sesli gitarlı bir müzik avareliğine.. Taşlaşmış bir anlamsızlıkta hafiften bir çözülme... Anlatımlara dayanan avare bir müziğin Ortaçağ trubadurlarıyla, truverleri ve bizdeki saz şairleri... Sonra Georges Brassens, Leo Ferre, Boris Vian.. Derebeylik şatoları, halk kahveleri... Derken müzikholler, konser salonların.. Derken plaklar, radyolar, televizyonlar.. Anlatımlı avaremsi bir müziğin hızlanan ritimleri.. 600 yıl öncesinin aşk efsaneleri, kahramanlık masalları; geçen yüz yılın Monmartre'ında burjuva kalıplarını yumruklayan Aristide Briand öfkesine dönüşmüştü.. Cezayir'in Paris'e başkaldırışı döneminde Mouloudji ile Vian'ın ünlü "Asker Kaçağı" türküsü okyanus dalgaları gibi sarmalayıp gitmişti genç kuşakları...
Barış Manço hepsini ve daha ötesini de bilirdi bunların.. Ama bizim buraları, "resmi tarih" çerçevesine alınmış tek dekorlu, elektriği yapay pilli ayrı bir alemdi.. İnsanlığın ortak sineması dışında, sık sık rötuşlanan donuk bir fotoğraftı.. Avare bir müziğin avare yıldızları bile, değişimci rüzgarlara değil, göstermelik fotoğrafa uygun olmalıydılar... Bilir misiniz doğası volkanlı bir sanatçıya ne koyar böylesi bir fotoğraf figürü içinde olmaya kendiliğinden zorlanmak...
Barış tık diye gidiverdi... Bir fayton geçiyordu gecede karyolanın ucundan... İçinde beyaz duvaklı gencecik bir gelin.. Yanında omuzlarına kadar uzun saçlı, hafif sarkık bıyıklı, parmakları kocaman taş yüzüklü, mutlu yüzlü, güleç bakışlı bir damat...
Sonra TV kanallarında haberler... Saddam bir Amerikan yahut İngiliz uçağı düşürene 14 bin dolar verecekmiş.. Neden Saddam engelleyemiyor ki o uçakları? Çünkü o uçakların yüksekliğini Jack London'lar, Edgar Allan Poe'lar, Steinbeck'ler, Arthur Miller'ler, Dickens'ler saptadı çok daha öncelerden... Irak'ın yükseklik mezüresi ise sadece Saddam'dı.. Arap dünyasının bile Irak'ın başında bir düdüklü tencere kapağı gibi gördüğü Saddam.. 21. yüzyıl düdüklü tencere kapaklarının açılacağı bir yüzyıl.. İsterdim Barış'ın o yüzyılla da bütünleşmesini.. Nedense bugün benim canım sıkılıyor.. Hiç inilmemiş derinliklerdeki, yosunsuz ve balıksız, ışık tadı görmemiş, kaskatı bir karanlığın deniz dibi anlamsızlığında...
SABAH, 03.02.1999.