Can Dündar

Elveda Şovalyem!

Oğlumun kreşinde birkaç aydır ilginç bir uygulama başladı: Her ay önemli bir ismi alıp çocuklara tanıtmaya çalışıyorlar. İlk isim Picasso, sonra İsmet İnönü, ardından Pavarotti... Bir hafta önce eve bir yazı geldi: "Şubat ayında çocuklarımıza Barış Manço'yu tanıtacağız. Evinizde bulunan kaynakları Çarşamba gününe kadar iletmenizi rica ederiz". Elimdeki en önemli kaynak "Dağlar Dağlar" plağıydı. "Sayan Plak'tan yayınlanmış, "1970" tarihli sarı göbekli bir 45'lik... Ön yüzü sözlü, arka yüzü esntrumantal!.. Onu göndermeyi düşünüyordum ama bir yandan da "Ya başına bir şey gelirse" diye kaygılanıyordum. Çünkü o benim ilk plağımdı. Aiwa marka bir pikabım olduktan sonra alınmış, uzun saçlı, bıyıklı adamın fotoğraflarıyla süslü kabından özenle çıkarılmış, iyice tozu alınıp günlerce, haftalarca çalınmıştı. Çarşamba günü gönderecektim. Kabındaki adam ondan önce gitti. Pazar gece yarısı, ekran karşısında çaresiz, onun akıbetini beklerken son dönem toprağa yolladığımız, ardından ağladığımız, hasretle andığımız isimleri düşündüm: "Neden hep iyiler Tanrım" isyanı kabardı içimde... "Neden kötülere birşey olmuyor?" Sonra "Dünyevi adaletle zaten başın bu kadar dertte iken bir de ilahi adalete bulaşma" dedim kendi kendime...

Galiba Barış Manço'nun ardından en doğru tanımı Erol Evgin yaptı: "O bir masaldı." Kendine özgü bir kılığın içinde bize ülkenin dört bir yanından efsaneler derleyip, rengarenk öyküler anlattı, dünyanın her köşesinden yüzler, izler taşıdı. Önce bizi, sonra çocuklarımızı ellerimizden tutup diyar diyar gezdirdi. Günün birinde "saçsız hükümdarlar ülkesinin ilk uzun saçlı cumhurbaşkanı" olacaktı. "Bir vardı, bir yok oldu." Birincilikle mezun olduğu Belçika Kraliyet Akademisi'nin bulunduğu Liege Prensliği, bir yıl kadar önce kendisine "Altın Perron" ödülü verirken birlikteydik. O, artık "Şövalye"ydi... Gezi boyunca böyle hitap ettik. Orada kendisine gösterilen saygıyı görüp gururlandık. Belçika onu kraliyet nişanıyla ödüllendirirken, ülkesinde yaptığı program, "reyting sorunu" nedeniyle yayından kaldırılıyordu (bugün ardından gözyaşı döken kanalların kulakları çınlasın) ve bu içimizi acıtıyordu. "40. sanat yılı"nın bir "Barış Manço belgeseli" için en uygun zaman olduğunu konuşmuştuk. Onca güzel belgesele imza atmış ustanın belgeseline soyunacaktık. Geç kaldık. Şövalyemiz kalbinden vuruldu.

Şövalyem! Sadece hayatımın ilk plağı ve sonrasında hafızamıza kazıdığın onca güzel şarkı, izlettiğin bunca eşşiz program için değil, sayende çocuklarımıza gösterebildiğimiz ülkeler, söyletebildiğimiz sözler, içirebildiğimiz sütler, bağlayabildiğimiz kemerler, fırçalatabildiğimiz dişler için de minnettarız sana... "Dağlar Dağlar"ı yolluyorum bugün kreşe, yetişemediklerin seni tanımadan büyümesinler diye... Öğleyin onlar "Belli ki gittiğin yerden kara haber var" diye ağıt yakarken, sen "Müsaadenizle Çocuklar" deyip son yolculuğa çıkıyor olacaksın. 8 yaşında iken programını izlemiş "adam olacak çocuklar" şimdi 18 yaşında birer "adam" olarak yanıbaşında duracaklar... ...Ve sen, o hep iyileri yolladığımız adreste, "karanlık bir gecenin koynunda" olacaksın, "...yapayalnız...", "kurumuş dudağında ne bir ses... ne bir nefes..." Lakin, "Uzaklarda bir yerlerde türküler çalıyor" olacak hep... Senin türkülerin...

SABAH, 03.02.1999.