MANÇO'LARIN ÖYKÜSÜ
Moderatörler: barışhayranı, Mod
MANÇO'LARIN ÖYKÜSÜ
Barış manço konulu bir çok web sitesi var ve her gecen gün aralarına yenileri de katılıyor ama nedense içerik yayım arşiv bakımından genelde birbirlerine çok benzeyen bu siteler kendilerini başarılı bulduğunu iddia ederken barış manconun abisi savaş manco ise bu sitelerde yazı yazmaya çekemiyorsak bu bizim eksikliğimiz olmalı bakın savaş manco
www.martiyamektublar.com
www.kanadainfo.com
www.nnneolmak.com
gibi sitelerde düzenli olarak yazılar yazıyor formlara katılıyor
İşe bu bu ayki yazısını ben sizlerle paylaşırken yazınına ralarında kendi arşivimde yer alan resimlerde yer vereceğim..
ALINTI
http://www.kanadainfo.com/yazarlar/s...iris_savas.asp
+++
MANÇO'LARIN ÖYKÜSÜ
Sevgili okurlarım;
4 Mayıs 1959 günü yitirdiğimiz babamız Hakkı Manço Beyin elinde eskiyazı bir aile ağacımız vardı. Babamız arada sırada bunu bizlere gösterip ailemizin öyküsünü bizlere anlatırdı. Aradan geçen yıllar içinde 1962'de kızkardeşimizin Ankara’ya gelin gitmesi ve ardından benim, 1963'te de Barış'ın Belçikaya göçlerimizin telaşı arasında bu çok değerli belge de maalesef kayboldu.
Babamızın anlattığına göre İbrahim Bey 1424'te Karaman (Latin’ce Caramania) beyi olur. 1464'te vefat ettiğinde ardında 4 oğul bırakmıştır: İshak, Kasım, Pir Ahmet ve Osman. 3 ağabeyinin yetişkin olmalarına karşın Osman o gün henüz 10 yaşındadır. Kasım bey, Fatih Sultan Mehmet'in küçük oğlu ve II. Beyazıt'ın kardeşi Cem Sultan'ın en yakın arkadaşıdır ve onu Vatikan sürgününde de yanlız bırakmaz. Dostu Cem Sultan’ın Papalık’ta, Sultan Beyazıt’tan para alan Lükres Borjiya tarafından zehirlenmesinden sonra Fransa’ya geçen Kasım bey silahının gücüyle yaşamını sağlar ve soyluluğunu korur. Bugün gerçi Güney Fransa’da, Doğu Pirene’lerde şarapçılık ile geçinen Caramany adlı bir köy varsa da, Karaman silahşörleri, biraz da “göçmen” olduklarından ve “hristiyan asıllı” olmadıklarından olsa gerek, “Bey – Prens, Dük. Kont, Marki” gibi soyluluk ünvanlarını taşımış olsalar bile genelde “fakir soylu” kalmışlardır. 17’nci yüzyılda ise bir Caraman (Karaman) Prensi zengin bir Chimay (Şimey) Prensesi ile evlenir ve bundan böyle Caraman-Chimay Prensliği kurulur. Bu adı taşıyan büyük şato şimdiki Belçika’nın güneyinde, Fransa sınırı yakınındadır ama şatoda kimse 1500 yılından önceki tarihleri hakkında bilgi verememektedir: sanki islam geçmişlerini saklamak istiyorlarmış gibi!... Gelelim geride kalanlara: İshak Bey 1465'te vefat eder. Fatih'in veziri Gedik Ahmet Paşa 1471'de Karaman beyliğinin güney vilayetlerini alır. O zaman 17 yaşında olan Osman Bey de Alanya'da esir düşer ve Gedik Ahmet Paşa'dan aman dileyerek Osmanlı hizmetine girer. Fatih Sultan Mehmet te Osman Beye, bugün Arnavutluk ve Makedonya sınırları içinde bulunan, Vardar nehrinin güney-batısındaki o zaman Serfice diye adlandırıldığını düşündüğüm bölgede, 1000 sipahilik bir uçbeyliği bahşeder. Böylece 1471 yılında, Karamanzade Osman Bey ve ahfadının 4 yüzyılı aşan sürgünlük yaşamı başlar. Osman Bey gençliği ve iyi davranışlarıyla bölgede sempati odağı olur ve ailenin adına, yerel bir sevgi eki olan "ço" gelir. 1875 Yugoslav isyanlarında yani tam 404 yıl sonra, Karamançozadeler yanlarında 2 oğulları Abdi (4) ve Avni (2) ile ve dedelerinden kalan zenginliklerden kaçırabildikleriyle İstanbul'a göçederler. Abdi Bey Mekteb-i Mülkiye'de (şimdiki Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) okur. Sınıf arkadaşı Macit Bey (daha sonra en son Osmanlı Büyük Filistin eyaleti Genel Valisi olan Macit Paşa'dır. 1989'da gittiğim Suudi Arabistan ve Arap emirliklerinde, Macit Paşa'nın küçük yeğeniyim dediğimde büyük itibar görmüstüm: 1918'deki Osmanlı Büyük Filistin eyaleti bugünkü bütün Arap yarımadasını kaplıyormuş) İstanbul'lu ve Osmanlı sarayına yakın bir ailenin oğludur.
Konaklarında karşılaştığı, Macit Beyin en küçük kızkardeşi Nimet Hanıma (Barış'ın "Gülpembe" şarkısının ilham kaynağı) aşık olur ve onu ağabeyinden ister. Apti Bey ile 1881 doğumlu Nimet Hanımın aralarında 10 yaş vardır. Böylece Karamançozade Abdi Bey, zamanın Esvapçıbaşı'sının kızıyla evlenir. Apti Bey eğitimcidir: İstanbul’da 2 özel lise kurup işletmiştir. Bu arada servetini toprağa yatırır ve Kadıköy'de, Kuşdili deresinden bir yanda Göztepe tren istasyonuna, öte yandan da eski sarayın duvarına (Fikirtepe’sinin Kuzey – Kuzeydoğu arkası) kadar gelen geniş araziyi satın alır Büyükbabamızın Gülpembe’ye dediğine göre toprakları 6 göbek ahfadına yetermiş ama babamızın, Doğu illerimizde 20 köprü yapmak üzere devlete karşı yükümlülük alan bir mühendislik şirketi adına kefil olması ve ardından bu şirketin işleri başaramayıp iflas etmesi sonucu bütün topraklarımızı kaybettik. Bu kötü sonuç ta babamızın beyin kanamasından vefatına yol açtı. Bu olayı yakından yaşayan bizler “kefâlet” sözcüğünden umacı gibi korkarız. Bilhassa parasına çok bağlı olan Barış, kimseye borç vermemeye ve kefil olmamaya yeminli idi. Bugün ailemizin 1950’lerde yitirdiği bu topraklarda yaklaşık 500.000 kişi yaşıyor. O bölgede bulunan Abdi Bey, Hakkı Bey, Hilmi Bey, Nezih Bey ve Mançolar sokakları, 1940 - 1945 arasında arazide yapılan ilk parselleme çalışmalarından kalmadır. 1895’te çiçeği burnunda evli olan bizim Karamançozade çiftimiz Apti Bey ve Nimet Hanım başlangıçta Kızıltoprak'ta, tren yoluna ve köprüsüne bitişik bir köşkte, daha sonra da Ziverbey yolunda, kendi toprakları üzerinde yaptırdıkları beyaz boyalı büyük bir köşkte yaşarlar. Evliliklerinden 8 çocuk doğar ama 1913'de, Abdi bey'in vefatında ancak 4'ü hayattadır: sırasıyla Raife hanım (1897), İsmail Hakkı (babamız, doğumu İstanbul 1901), Hilmi (1903) ve Nezih (1906) beyler. Nezih beyin kız ikizi Nezihe bebek dizanteriye kapılıp 6 yaşında (1912), babasından 1 yıl önce yaşama veda etmiştir. Babaannemizin 17 yıl kadar süren ama çok mutlu evliliğinden kalan en güzel ve en gurur duyarak anlattığı anısı, telefonun İstanbul'a gelişidir: Gülpembe bize "evimde telefon vardı ama kullanamıyordum" derdi. O zaman İstanbul'a 3 numara vermişler. 1 Saray'a, 3 Başnazıra (şimdik Başbakan), 2 ise Karamançozade Abdi Beyin köşküne. "Telefonu kaldırdığımda ya Padişah sarayıyla ya da Başnazır köşküyle konuşmak zorundaydım" derdi ama 2 numaranın kendi evinde olmasından da sonsuz gurur duyardı...
1914 başında İsmail Hakkı Beye verem teşhisi konur. Dul ve 4 evlat acılı anne hemen kararını verir: o zaman verem tedavisi sadece İsviçre'de, o da çok az garantili yapılabilmektedir. Böylece İsmail Hakkı Bey henüz 13 yaşında bir çocuk iken, dilini bilmediği bir ülkeye ve yanlız başına, meşhur Orient Express'e bindirilerek yollanır. Gün ilk dünya savaşının başlamasına rastlamaktadır ve birbirlerine düşman devletler çocuklarına bile casusluk yaptırtmaktadır. İsmail Hakkı Bey ise yolda, ilk defa gördüğü istasyon isimlerini günlüğüne yazmaktadır. Bu yüzden Macaristan'da tutuklanır. Neyse ki 3 gün sorgudan sonra suçsuzluğu anlaşılır, serbest bırakılır ve başka bir trenle yeniden İsviçre’ye yolcu edilir. İsviçre'ye, Mondorf sanatoryumuna geldiğinde doktorlar onu oradan kovalarlar: “sende bağırsak şeridi var. Burada kalırsan gerçekten vereme yakalanacaksın!” diyerek. Ama bu arada savaş ta başlamıştır.
1914 - 1918 arasını ve arkasından gelen Kurtuluş savaşımız sürecini babamız İsviçre'de geçirir ve 1923 yılında ülkesine; gencecik, yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’ne; Almanca - Fransızca - İngilizce bilen, Lozan Yüksek Ticaret Okulu diploması sahibi, 22 yaşında bir yetenek olarak döner ve hemen Ziraat bankası İzmir müdürlüğüne atanır. İsmail Hakkı bey giderek aynı bankanın Genel müdürlüğüne kadar yükselir. Buna paralel olarak yurdumuzda “Köy Kredi Kooperatifleri” ve “Umumi Mağazalar” adlarıyla tanınan kurumların kuruluşlarına katkıda bulunmuştur. İkinci dünya savaşı başladığında ise babamız, kendi isteğiyle, serbest meslek sahibi olmuştur. Ancak 6 yıl süren genel savaşın ve onun arkasından yaşanan güç yılların içinde işleri ters gitmiş ve yukarda yazdığım gibi aile zenginliğini elden çıkartmak zorunda kalmıştır. Öyle ki 4 Mayıs 1959 günü onu yitirdiğimizde, Kadıköy'deki Karacaahmet kabristanındaki aile bahçemizin dışında, bir karış toprağımız bile kalmamıştı.
Gelelim soyadımıza: bilindiği gibi Cumhuriyetimiz tüm eski soyluluk ünvanlarını yasaklamıştır. Bu nedenle babamızın soyadımız olması gerektiğini düşündüğü “Karamançozade” bileşiğinin kuyruğu gitmiş. “Kara” sözcüğünü pek sevmeyen babamız da kalanın başını kesmiş ve sonuçta soyadı olarak sadece "Manço" sözcüğünü benimseyip almış. Sanıyorum benzer aşamalar başka ülkelerde de olmuş ki eski sosyalist devletlerde yaşayan “Manço” soyadlı kişilerin varlığını duydum.
1 Mayıs 1921 Adana doğumlu annemiz Rikkat Hanım zamanın Ziraat bankası Adana şubesi hukuk danışmanı Tahsin Yüzbaşıgil Bey ile Bahriye Hanımın kızıdır. Anneannemizin yaşam öyküsü hayli ilginçtir. Osmanlı denizcilerinin (Oruç Reis, Hızır Reis, Barbaros Hayrettin Paşa, Uluç Reis, Turgut Reis, ...) Kuzey Afrika fetihleri sonucu bir çok Türk ailesi oralara göç etmiştir. Bu toprakların 18 ve 19’uncu yüzyıllarda yavaş yavaş Fransız egemenliğine girmesi ise bir çok Türk kökenli aileyi, 300 yıl yaşadıkları toprakları bırakıp anayurda dönmeye zorlamıştır. Anneannemiz böyle bir ailenin kızı olarak Tunus’tan İstanbul’a gelen bir gemide, Akdenizde doğmuştur. Ona bu nedenle “Bahriye” adı verilmiştir. Büyük bir rastlantı sonucu denizde doğan anneannemizi yine denizde yitirdik: bir 1958 akşamı Eminönü – Üsküdar vapurunda bir kalp krizi onu bizlerden ayırdı.
Annemiz çok güzel alto sesi ve müziğe son derece kabiliyeti vardı. Rikkat Hanım bu nedenlerden ötürü Klasik Türk Müziği eğitimi almıştır. 1940 içinde evlenen anne ve babamız 1946’da, üçüncü çocukları doğduktan sonra ayrıldılar. Annemiz ikinci evliliğini Asaf Uyanık Bey ile yaptı ve sanat çevrelerinde, ikinci eşinin soyadıyla, “Rikkat Uyanık” diye, tanındı. 1992 Şubatında yitirdiğimiz annemiz bir ara İstanbul Klasik Türk Müziği Konservatuarı’nda usul dersleri vermişti ve, bir rastlantı sonucu, Zeki Müren onun öğrencisi olmuştu. Yaşamında 2 kere evlenen İsmail Hakkı Bey aramızdan ayrıldığında ilk eşi Nezihe Hanımdan Oktay Kaan (vefatı 24 Aralık 2004) ve ikinci eşi Rikkat Hanımdan Savaş, Mehmet Barış ve Fatma İnci isimli 4 çocuğu vardı. Onu 1959’da yitirdiğimizde ağabeyimiz, üçümüzün henüz orta öğretimde olduğumuzu düşünerek, miras hakkını biz kardeşlerine bırakmıştı. Haliyle olmayan Karaman beyliğinin olmayan tacı da, ikinci oğul olan bana düşmüştü. Bu nedenle Barış’a hep takılırdım: “ben nasıl olsa Karaman Prensiyim. Sen, olsa olsa, bir halk çocuğu olarak, ancak Türkiye Cumhurbaşkanı olursun” diye!... Nur içinde yatsın. Nur içinde yatsınlar...
Yeniden buluşana dek Barış ve Sevgi ile kalın
Savaş Manço
nisan 2006 www.kanadainfo.com
www.martiyamektublar.com
www.kanadainfo.com
www.nnneolmak.com
gibi sitelerde düzenli olarak yazılar yazıyor formlara katılıyor
İşe bu bu ayki yazısını ben sizlerle paylaşırken yazınına ralarında kendi arşivimde yer alan resimlerde yer vereceğim..
ALINTI
http://www.kanadainfo.com/yazarlar/s...iris_savas.asp
+++
MANÇO'LARIN ÖYKÜSÜ
Sevgili okurlarım;
4 Mayıs 1959 günü yitirdiğimiz babamız Hakkı Manço Beyin elinde eskiyazı bir aile ağacımız vardı. Babamız arada sırada bunu bizlere gösterip ailemizin öyküsünü bizlere anlatırdı. Aradan geçen yıllar içinde 1962'de kızkardeşimizin Ankara’ya gelin gitmesi ve ardından benim, 1963'te de Barış'ın Belçikaya göçlerimizin telaşı arasında bu çok değerli belge de maalesef kayboldu.
Babamızın anlattığına göre İbrahim Bey 1424'te Karaman (Latin’ce Caramania) beyi olur. 1464'te vefat ettiğinde ardında 4 oğul bırakmıştır: İshak, Kasım, Pir Ahmet ve Osman. 3 ağabeyinin yetişkin olmalarına karşın Osman o gün henüz 10 yaşındadır. Kasım bey, Fatih Sultan Mehmet'in küçük oğlu ve II. Beyazıt'ın kardeşi Cem Sultan'ın en yakın arkadaşıdır ve onu Vatikan sürgününde de yanlız bırakmaz. Dostu Cem Sultan’ın Papalık’ta, Sultan Beyazıt’tan para alan Lükres Borjiya tarafından zehirlenmesinden sonra Fransa’ya geçen Kasım bey silahının gücüyle yaşamını sağlar ve soyluluğunu korur. Bugün gerçi Güney Fransa’da, Doğu Pirene’lerde şarapçılık ile geçinen Caramany adlı bir köy varsa da, Karaman silahşörleri, biraz da “göçmen” olduklarından ve “hristiyan asıllı” olmadıklarından olsa gerek, “Bey – Prens, Dük. Kont, Marki” gibi soyluluk ünvanlarını taşımış olsalar bile genelde “fakir soylu” kalmışlardır. 17’nci yüzyılda ise bir Caraman (Karaman) Prensi zengin bir Chimay (Şimey) Prensesi ile evlenir ve bundan böyle Caraman-Chimay Prensliği kurulur. Bu adı taşıyan büyük şato şimdiki Belçika’nın güneyinde, Fransa sınırı yakınındadır ama şatoda kimse 1500 yılından önceki tarihleri hakkında bilgi verememektedir: sanki islam geçmişlerini saklamak istiyorlarmış gibi!... Gelelim geride kalanlara: İshak Bey 1465'te vefat eder. Fatih'in veziri Gedik Ahmet Paşa 1471'de Karaman beyliğinin güney vilayetlerini alır. O zaman 17 yaşında olan Osman Bey de Alanya'da esir düşer ve Gedik Ahmet Paşa'dan aman dileyerek Osmanlı hizmetine girer. Fatih Sultan Mehmet te Osman Beye, bugün Arnavutluk ve Makedonya sınırları içinde bulunan, Vardar nehrinin güney-batısındaki o zaman Serfice diye adlandırıldığını düşündüğüm bölgede, 1000 sipahilik bir uçbeyliği bahşeder. Böylece 1471 yılında, Karamanzade Osman Bey ve ahfadının 4 yüzyılı aşan sürgünlük yaşamı başlar. Osman Bey gençliği ve iyi davranışlarıyla bölgede sempati odağı olur ve ailenin adına, yerel bir sevgi eki olan "ço" gelir. 1875 Yugoslav isyanlarında yani tam 404 yıl sonra, Karamançozadeler yanlarında 2 oğulları Abdi (4) ve Avni (2) ile ve dedelerinden kalan zenginliklerden kaçırabildikleriyle İstanbul'a göçederler. Abdi Bey Mekteb-i Mülkiye'de (şimdiki Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) okur. Sınıf arkadaşı Macit Bey (daha sonra en son Osmanlı Büyük Filistin eyaleti Genel Valisi olan Macit Paşa'dır. 1989'da gittiğim Suudi Arabistan ve Arap emirliklerinde, Macit Paşa'nın küçük yeğeniyim dediğimde büyük itibar görmüstüm: 1918'deki Osmanlı Büyük Filistin eyaleti bugünkü bütün Arap yarımadasını kaplıyormuş) İstanbul'lu ve Osmanlı sarayına yakın bir ailenin oğludur.
Konaklarında karşılaştığı, Macit Beyin en küçük kızkardeşi Nimet Hanıma (Barış'ın "Gülpembe" şarkısının ilham kaynağı) aşık olur ve onu ağabeyinden ister. Apti Bey ile 1881 doğumlu Nimet Hanımın aralarında 10 yaş vardır. Böylece Karamançozade Abdi Bey, zamanın Esvapçıbaşı'sının kızıyla evlenir. Apti Bey eğitimcidir: İstanbul’da 2 özel lise kurup işletmiştir. Bu arada servetini toprağa yatırır ve Kadıköy'de, Kuşdili deresinden bir yanda Göztepe tren istasyonuna, öte yandan da eski sarayın duvarına (Fikirtepe’sinin Kuzey – Kuzeydoğu arkası) kadar gelen geniş araziyi satın alır Büyükbabamızın Gülpembe’ye dediğine göre toprakları 6 göbek ahfadına yetermiş ama babamızın, Doğu illerimizde 20 köprü yapmak üzere devlete karşı yükümlülük alan bir mühendislik şirketi adına kefil olması ve ardından bu şirketin işleri başaramayıp iflas etmesi sonucu bütün topraklarımızı kaybettik. Bu kötü sonuç ta babamızın beyin kanamasından vefatına yol açtı. Bu olayı yakından yaşayan bizler “kefâlet” sözcüğünden umacı gibi korkarız. Bilhassa parasına çok bağlı olan Barış, kimseye borç vermemeye ve kefil olmamaya yeminli idi. Bugün ailemizin 1950’lerde yitirdiği bu topraklarda yaklaşık 500.000 kişi yaşıyor. O bölgede bulunan Abdi Bey, Hakkı Bey, Hilmi Bey, Nezih Bey ve Mançolar sokakları, 1940 - 1945 arasında arazide yapılan ilk parselleme çalışmalarından kalmadır. 1895’te çiçeği burnunda evli olan bizim Karamançozade çiftimiz Apti Bey ve Nimet Hanım başlangıçta Kızıltoprak'ta, tren yoluna ve köprüsüne bitişik bir köşkte, daha sonra da Ziverbey yolunda, kendi toprakları üzerinde yaptırdıkları beyaz boyalı büyük bir köşkte yaşarlar. Evliliklerinden 8 çocuk doğar ama 1913'de, Abdi bey'in vefatında ancak 4'ü hayattadır: sırasıyla Raife hanım (1897), İsmail Hakkı (babamız, doğumu İstanbul 1901), Hilmi (1903) ve Nezih (1906) beyler. Nezih beyin kız ikizi Nezihe bebek dizanteriye kapılıp 6 yaşında (1912), babasından 1 yıl önce yaşama veda etmiştir. Babaannemizin 17 yıl kadar süren ama çok mutlu evliliğinden kalan en güzel ve en gurur duyarak anlattığı anısı, telefonun İstanbul'a gelişidir: Gülpembe bize "evimde telefon vardı ama kullanamıyordum" derdi. O zaman İstanbul'a 3 numara vermişler. 1 Saray'a, 3 Başnazıra (şimdik Başbakan), 2 ise Karamançozade Abdi Beyin köşküne. "Telefonu kaldırdığımda ya Padişah sarayıyla ya da Başnazır köşküyle konuşmak zorundaydım" derdi ama 2 numaranın kendi evinde olmasından da sonsuz gurur duyardı...
1914 başında İsmail Hakkı Beye verem teşhisi konur. Dul ve 4 evlat acılı anne hemen kararını verir: o zaman verem tedavisi sadece İsviçre'de, o da çok az garantili yapılabilmektedir. Böylece İsmail Hakkı Bey henüz 13 yaşında bir çocuk iken, dilini bilmediği bir ülkeye ve yanlız başına, meşhur Orient Express'e bindirilerek yollanır. Gün ilk dünya savaşının başlamasına rastlamaktadır ve birbirlerine düşman devletler çocuklarına bile casusluk yaptırtmaktadır. İsmail Hakkı Bey ise yolda, ilk defa gördüğü istasyon isimlerini günlüğüne yazmaktadır. Bu yüzden Macaristan'da tutuklanır. Neyse ki 3 gün sorgudan sonra suçsuzluğu anlaşılır, serbest bırakılır ve başka bir trenle yeniden İsviçre’ye yolcu edilir. İsviçre'ye, Mondorf sanatoryumuna geldiğinde doktorlar onu oradan kovalarlar: “sende bağırsak şeridi var. Burada kalırsan gerçekten vereme yakalanacaksın!” diyerek. Ama bu arada savaş ta başlamıştır.
1914 - 1918 arasını ve arkasından gelen Kurtuluş savaşımız sürecini babamız İsviçre'de geçirir ve 1923 yılında ülkesine; gencecik, yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’ne; Almanca - Fransızca - İngilizce bilen, Lozan Yüksek Ticaret Okulu diploması sahibi, 22 yaşında bir yetenek olarak döner ve hemen Ziraat bankası İzmir müdürlüğüne atanır. İsmail Hakkı bey giderek aynı bankanın Genel müdürlüğüne kadar yükselir. Buna paralel olarak yurdumuzda “Köy Kredi Kooperatifleri” ve “Umumi Mağazalar” adlarıyla tanınan kurumların kuruluşlarına katkıda bulunmuştur. İkinci dünya savaşı başladığında ise babamız, kendi isteğiyle, serbest meslek sahibi olmuştur. Ancak 6 yıl süren genel savaşın ve onun arkasından yaşanan güç yılların içinde işleri ters gitmiş ve yukarda yazdığım gibi aile zenginliğini elden çıkartmak zorunda kalmıştır. Öyle ki 4 Mayıs 1959 günü onu yitirdiğimizde, Kadıköy'deki Karacaahmet kabristanındaki aile bahçemizin dışında, bir karış toprağımız bile kalmamıştı.
Gelelim soyadımıza: bilindiği gibi Cumhuriyetimiz tüm eski soyluluk ünvanlarını yasaklamıştır. Bu nedenle babamızın soyadımız olması gerektiğini düşündüğü “Karamançozade” bileşiğinin kuyruğu gitmiş. “Kara” sözcüğünü pek sevmeyen babamız da kalanın başını kesmiş ve sonuçta soyadı olarak sadece "Manço" sözcüğünü benimseyip almış. Sanıyorum benzer aşamalar başka ülkelerde de olmuş ki eski sosyalist devletlerde yaşayan “Manço” soyadlı kişilerin varlığını duydum.
1 Mayıs 1921 Adana doğumlu annemiz Rikkat Hanım zamanın Ziraat bankası Adana şubesi hukuk danışmanı Tahsin Yüzbaşıgil Bey ile Bahriye Hanımın kızıdır. Anneannemizin yaşam öyküsü hayli ilginçtir. Osmanlı denizcilerinin (Oruç Reis, Hızır Reis, Barbaros Hayrettin Paşa, Uluç Reis, Turgut Reis, ...) Kuzey Afrika fetihleri sonucu bir çok Türk ailesi oralara göç etmiştir. Bu toprakların 18 ve 19’uncu yüzyıllarda yavaş yavaş Fransız egemenliğine girmesi ise bir çok Türk kökenli aileyi, 300 yıl yaşadıkları toprakları bırakıp anayurda dönmeye zorlamıştır. Anneannemiz böyle bir ailenin kızı olarak Tunus’tan İstanbul’a gelen bir gemide, Akdenizde doğmuştur. Ona bu nedenle “Bahriye” adı verilmiştir. Büyük bir rastlantı sonucu denizde doğan anneannemizi yine denizde yitirdik: bir 1958 akşamı Eminönü – Üsküdar vapurunda bir kalp krizi onu bizlerden ayırdı.
Annemiz çok güzel alto sesi ve müziğe son derece kabiliyeti vardı. Rikkat Hanım bu nedenlerden ötürü Klasik Türk Müziği eğitimi almıştır. 1940 içinde evlenen anne ve babamız 1946’da, üçüncü çocukları doğduktan sonra ayrıldılar. Annemiz ikinci evliliğini Asaf Uyanık Bey ile yaptı ve sanat çevrelerinde, ikinci eşinin soyadıyla, “Rikkat Uyanık” diye, tanındı. 1992 Şubatında yitirdiğimiz annemiz bir ara İstanbul Klasik Türk Müziği Konservatuarı’nda usul dersleri vermişti ve, bir rastlantı sonucu, Zeki Müren onun öğrencisi olmuştu. Yaşamında 2 kere evlenen İsmail Hakkı Bey aramızdan ayrıldığında ilk eşi Nezihe Hanımdan Oktay Kaan (vefatı 24 Aralık 2004) ve ikinci eşi Rikkat Hanımdan Savaş, Mehmet Barış ve Fatma İnci isimli 4 çocuğu vardı. Onu 1959’da yitirdiğimizde ağabeyimiz, üçümüzün henüz orta öğretimde olduğumuzu düşünerek, miras hakkını biz kardeşlerine bırakmıştı. Haliyle olmayan Karaman beyliğinin olmayan tacı da, ikinci oğul olan bana düşmüştü. Bu nedenle Barış’a hep takılırdım: “ben nasıl olsa Karaman Prensiyim. Sen, olsa olsa, bir halk çocuğu olarak, ancak Türkiye Cumhurbaşkanı olursun” diye!... Nur içinde yatsın. Nur içinde yatsınlar...
Yeniden buluşana dek Barış ve Sevgi ile kalın
Savaş Manço
nisan 2006 www.kanadainfo.com
paylasım içintesekurler.. aslında haklısın neden savas manco bu sitede de duzenli olarak yazılar yazmasın ki... gerceklere ulasmada iyi bir yol olur bence...
İZManço Facebook: https://www.facebook.com/groups/1406696942947567/
İZManço YouTube: https://www.youtube.com/channel/UCv4fsNLzjoYE_Im_V26bEvA
İZManço İnstagram: https://instagram.com/izmanco/
İZManço YouTube: https://www.youtube.com/channel/UCv4fsNLzjoYE_Im_V26bEvA
İZManço İnstagram: https://instagram.com/izmanco/
- barışhayranı
- Moderator

- Mesajlar: 686
- Kayıt: Pzt Eyl 05, 2005 14:23 pm
- Konum: Kadıköy
bu yararlı bilgileri bizlerle paylaştığın için saol
[center]Sadece BARIŞ Olsun...[/center]
LÜTFEN SİZDE BİR MAİL YOLLAYIN!
BU İŞİ BAŞARABİLİRİZ:
viewtopic.php?t=1246
LÜTFEN SİZDE BİR MAİL YOLLAYIN!
BU İŞİ BAŞARABİLİRİZ:
viewtopic.php?t=1246
- kadir 2023
- Demirbaş Üye

- Mesajlar: 1135
- Kayıt: Cmt Haz 18, 2005 19:13 pm
- Konum: 2023ün ılık bir ekim sabahından
- turanthefirst
- Üst Düzey Üye

- Mesajlar: 190
- Kayıt: Pzr Eki 09, 2005 14:01 pm
- Konum: Sıra Sıra Dağlardan, Erişilmez Yaylalardan, Kuş Uçmaz Kervan Geçmez, Bilinmez binbir Yoldan
- gurbetcimanço
- Demirbaş Üye

- Mesajlar: 1020
- Kayıt: Sal May 16, 2006 00:20 am
- Konum: Dudullu :)

