Oğlumun kreşinde birkaç aydır ilginç bir uygulama başladı:
Her ay önemli bir ismi alıp çocuklara tanıtmaya çalışıyorlar. İlk isim Picasso'ydu, sonra İsmet İnönü, ardından Pavarotti...
Bir hafta önce eve bir yazı geldi:
"Şubat ayında çocuklarımıza Barış Manço'yu tanıtacağız. Evinizde bulunan kaynakları Çarşamba gününe kadar iletmenizi rica ederiz".
Elimdeki en önemli kaynak, "Dağlar Dağlar" plağıydı. "Sayan Plak"tan yayınlanmış, "1970" tarihli, sarı göbekli bir 45'lik... Ön yüzü sözlü, arka yüzü enstrümantal...
Onu göndermeyi düşünüyordum ama bir yandan da "Ya başına bir şey gelirse" diye kaygılanıyordum. Çünkü o benim ilk plağımdı. Aiwa marka bir pikabım olduktan sonra alınmış, uzun saçlı, bıyıklı adamın fotoğrafıyla süslü kabından özenle çıkarılmış, iyice tozu alınıp günlerce, defalarca çalınmıştı.
Çarşamba günü gönderecektim.
Kabındaki adam ondan önce gitti.
* * *
Pazar gece yarısı, ekran karşısında çaresiz, onun akıbetini beklerken son dönem toprağa yolladığımız, ardından ağladığımız, hasretle andığımız isimleri düşündüm; "Neden hep iyiler Tanrım" isyanı kabardı içimde... "Neden kötülere bir şey olmuyor?"
Sonra "Dünyevi adaletle zaten bu kadar başın dertte iken bir de ilahi adalete bulaşma" dedim kendi kendime...
Galiba Barış Manço'nun ardından en doğru tanımı Erol Evgin yaptı:
"O bir masaldı".
Kendine özgü bir kılığın içinde bize ülkenin dört bir yanından efsaneler derleyip, rengarenk öyküler anlattı, dünyanın her köşesinden yüzler, izler taşıdı.
Önce bizi, sonra çocuklarımızı ellerimizden tutup diyar diyar gezdirdi.
Günün birinde "saçsız hükümdarlar ülkesinin ilk uzun saçlı cumhurbaşkanı" olacaktı.
"Bir vardı, bir yok oldu".
* * *
Birincilikle mezun olduğu Belçika Kraliyet Akademisi'nin bulunduğu Liege Prensliği, bir yıl kadar önce kendisine "Altın Perron" ödülü verirken birlikteydik.
O, artık "Şövalye"ydi...
Gezi boyunca böyle hitap ettik.
Orada kendisine gösterilen saygıyı görüp gururlandık. Belçika onu kraliyet nişanıyla ödüllendirirken, ülkesinde yaptığı program, "rating sorunu" nedeniyle yayından kaldırılıyordu (bugün ardından gözyaşı döken kanalların kulakları çınlasın) ve bu içimizi acıtıyordu.
"40. sanat yılı"nın bir "Barış Manço belgeseli" için en uygun zaman olduğunu konuşmuştuk. Onca güzel belgesele imza atmış ustanın belgeseline soyunacaktık.
Geç kaldık.
Şövalyemiz kalbinden vuruldu.
* * *
Şövalyem!
Sadece hayatımın ilk plağı ve sonrasında hafızamıza kazıdığın onca güzel şarkı, izlettiğin bunca eşsiz program için değil, sayende çocuklarımıza gösterebildiğimiz ülkeler, söyletebildiğimiz sözler, içirebildiğimiz sütler, bağlayabildiğimiz kemerler, fırçalatabildiğimiz dişler için de minnettarız sana...
"Dağlar Dağlar"ı yolluyorum bugün kreşe, yetişemediklerin seni tanımadan büyümesinler diye...
Öğleyin onlar "Belli ki gittiğin yerden kara haber var" diye ağıt yakarken, sen "Müsadenizle çocuklar" deyip son yolculuğa çıkıyor olacaksın.
8 yaşında iken programını izlemiş "adam olacak çocuklar", şimdi 18 yaşında birer "adam" olarak yanıbaşında duracaklar...
...ve sen, o hep iyileri yolladığımız adreste, "karanlık bir gecenin koynunda" olacaksın, "...yapayalnız..."
"kurumuş dudağında ne bir ses... ne bir nefes..."
Lakin, "Uzaklarda bir yerlerde türküler çalıyor" olacak hep...
...senin türkülerin...
can'ın şövalyesi...
Moderatörler: barışhayranı, Mod
Tanıdığım diplomatların çoğu aynı zamanda iyi sanatçılardır. Kimisi ressam, kimisi müzisyen olabilecek kadar yeteneklidir.
Onları neşeli bir akşam yemeğinin ardından bir barda arkadaşlarına piyano çalarken ya da görevli oldukları ülkelerde yaptıkları portrelerden oluşan tablolarını sergilerken görebilirsiniz.
Ancak sabah olup da lacivertler giyildi mi, bambaşka birer insan olurlar. Sanki gece barışa kadeh kaldıran, özgürlük şarkıları söyleyen onlar değildir. En acımasız diplomatik kararlara imza atıp, büyük bir inançla en sert çıkışları yapabilirler.
Bu çelişki hep şaşırtmıştır beni...
Diplomatlıklarının o gizli sanatçı ruhlarını bu kadar kolay gölgeleyebilmesini hep yadırgamışımdır.
Oysa tanıdığım sanatçıların çoğu, aynı zamanda çok iyi diplomattırlar. Onlar gündüzleri bir komşu ülkede stadyum konseri verip, gece o ülkeyi kendi ülkeleriyle savaşa sürükleyecek açıklamalar yapmazlar.
Romanları barıştan yanaysa, mülakatları da barıştan yanadır.
Ruhlarının derinliklerinde sakladıkları yetenekleri, üzerine giyindikleri misyonla çelişmez. O yüzden çok daha inandırıcı ve içtendirler.
İnsan bazen "Keşke" diyor, "bir süre için sanatçılarla diplomatlar görev değiş tokuşu yapsalar."
Sanat belki bir süre bocalardı, ama eminim diplomasi altın dönemini yaşardı.
Ve herhalde dünya daha barışçıl bir gezegen olurdu.
* * *
barış manço geçen hafta Belçika'nın Liege kentinde şehrin onursal hemşehriliği ile birlikte Prensliğin Altın Perron ödülünü alırken, bunları düşündüm.
manço, Liege Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi'ni birincilikle bitirmişti. Belçikalılar "kendi yetiştirdikleri" bu öğrencinin, daha sonra dünyanın birçok ülkesinde bunca sevilen bir sanatçı olmasını ödüllendirmek istemişlerdi. 1992'de sanat ve kültüre katkılarından ötürü Belçika Kralı'ndan şövalyelik unvanını alan manço bu kez de önceki yıl Gilbert Becaud ile Charles Aznavour'a lâyık görülen Altın Perron ödülünü alıyordu.
Törende olup, bu gururu paylaşmalıydınız.
İstanbul'da diplomatlar "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" yazılı tabelaların altında "sulh'" için Türkiye'ye gelen barış yanlılarının coplanmasını izaha çalışırken, barış manço diplomatların milyar dökseler çizemeyecekleri bir Türkiye portresi çiziyordu Belçika'da...
200 şarkı ile bezenen 40 yıllık meslek deneyimi ve Kutuplardan Ekvatora kadar uzanan bir coğrafyada dünyayı ayaklarımızın altına seren onca güzel belgeselle uluslararası standartta bir başarıya imza atmanın keyfini yaşıyordu.
Kardak krizi patladığında Teodorakis'le yazışarak bir barış köprüsü kurmaya çalışan Zülfü Livaneli, Kıbrıs'ta ipler gerildiğinde Yunanlı meslektaşıyla ortak konser vererek tansiyonu düşüren Burak Kut'tan sonra sanat büyükelçilerinin duayeni barış manço da "Müsadenizle çocuklar" diyerek devreye girdi ve ödül töreninde "barış şarkıları" söyleyerek Türkiye'nin, barış Haftası'nda çizdiği "barışı coplayan ülke" görüntüsünün yanına bir başka barış görüntüsü koydu.
Geçen hafta Ankara'da elçilikler, gözaltına alınan mensuplarını polisin elinden kurtarmaya çalışırken, Liege'de barış manço, Belçikalılar'a "Domates... Biber... Patlıcan"ı söyletiyordu.
Geçen hafta Belçika'da olsaydınız, eminim siz de göğsünüzü gere gere "Ben barış'ın ülkesindenim." derdiniz.
| Yayın Tarihi : 11.09.1997 Can DÜNDAR
Onları neşeli bir akşam yemeğinin ardından bir barda arkadaşlarına piyano çalarken ya da görevli oldukları ülkelerde yaptıkları portrelerden oluşan tablolarını sergilerken görebilirsiniz.
Ancak sabah olup da lacivertler giyildi mi, bambaşka birer insan olurlar. Sanki gece barışa kadeh kaldıran, özgürlük şarkıları söyleyen onlar değildir. En acımasız diplomatik kararlara imza atıp, büyük bir inançla en sert çıkışları yapabilirler.
Bu çelişki hep şaşırtmıştır beni...
Diplomatlıklarının o gizli sanatçı ruhlarını bu kadar kolay gölgeleyebilmesini hep yadırgamışımdır.
Oysa tanıdığım sanatçıların çoğu, aynı zamanda çok iyi diplomattırlar. Onlar gündüzleri bir komşu ülkede stadyum konseri verip, gece o ülkeyi kendi ülkeleriyle savaşa sürükleyecek açıklamalar yapmazlar.
Romanları barıştan yanaysa, mülakatları da barıştan yanadır.
Ruhlarının derinliklerinde sakladıkları yetenekleri, üzerine giyindikleri misyonla çelişmez. O yüzden çok daha inandırıcı ve içtendirler.
İnsan bazen "Keşke" diyor, "bir süre için sanatçılarla diplomatlar görev değiş tokuşu yapsalar."
Sanat belki bir süre bocalardı, ama eminim diplomasi altın dönemini yaşardı.
Ve herhalde dünya daha barışçıl bir gezegen olurdu.
* * *
barış manço geçen hafta Belçika'nın Liege kentinde şehrin onursal hemşehriliği ile birlikte Prensliğin Altın Perron ödülünü alırken, bunları düşündüm.
manço, Liege Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi'ni birincilikle bitirmişti. Belçikalılar "kendi yetiştirdikleri" bu öğrencinin, daha sonra dünyanın birçok ülkesinde bunca sevilen bir sanatçı olmasını ödüllendirmek istemişlerdi. 1992'de sanat ve kültüre katkılarından ötürü Belçika Kralı'ndan şövalyelik unvanını alan manço bu kez de önceki yıl Gilbert Becaud ile Charles Aznavour'a lâyık görülen Altın Perron ödülünü alıyordu.
Törende olup, bu gururu paylaşmalıydınız.
İstanbul'da diplomatlar "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" yazılı tabelaların altında "sulh'" için Türkiye'ye gelen barış yanlılarının coplanmasını izaha çalışırken, barış manço diplomatların milyar dökseler çizemeyecekleri bir Türkiye portresi çiziyordu Belçika'da...
200 şarkı ile bezenen 40 yıllık meslek deneyimi ve Kutuplardan Ekvatora kadar uzanan bir coğrafyada dünyayı ayaklarımızın altına seren onca güzel belgeselle uluslararası standartta bir başarıya imza atmanın keyfini yaşıyordu.
Kardak krizi patladığında Teodorakis'le yazışarak bir barış köprüsü kurmaya çalışan Zülfü Livaneli, Kıbrıs'ta ipler gerildiğinde Yunanlı meslektaşıyla ortak konser vererek tansiyonu düşüren Burak Kut'tan sonra sanat büyükelçilerinin duayeni barış manço da "Müsadenizle çocuklar" diyerek devreye girdi ve ödül töreninde "barış şarkıları" söyleyerek Türkiye'nin, barış Haftası'nda çizdiği "barışı coplayan ülke" görüntüsünün yanına bir başka barış görüntüsü koydu.
Geçen hafta Ankara'da elçilikler, gözaltına alınan mensuplarını polisin elinden kurtarmaya çalışırken, Liege'de barış manço, Belçikalılar'a "Domates... Biber... Patlıcan"ı söyletiyordu.
Geçen hafta Belçika'da olsaydınız, eminim siz de göğsünüzü gere gere "Ben barış'ın ülkesindenim." derdiniz.
| Yayın Tarihi : 11.09.1997 Can DÜNDAR
- jonturk_emre
- İHRAÇ EDİLMİŞTİR
- Mesajlar: 1467
- Kayıt: Cum Mar 23, 2007 22:50 pm
- Konum: İstanbul
- rainsunster
- Demirbaş Üye
- Mesajlar: 237
- Kayıt: Cmt May 20, 2006 17:04 pm
- Konum: Fatsa
- tekinim01tekinim
- Demirbaş Üye
- Mesajlar: 208
- Kayıt: Prş Haz 12, 2008 15:54 pm
- Konum: adana
- İletişim:
- manco_mania
- Üst Düzey Üye
- Mesajlar: 183
- Kayıt: Cmt Ara 02, 2006 21:43 pm
- Konum: istanbul