Seyfullah Türksoy'un Röportajı (1987)

Barış Manço, candan bir dost, mütevazı bir insan. Doğukan Hazar ve Batıkan Zorbey isimlerindeki iki çocuğu ve eşiyle sade bir hayat sürdüren bu değerli sanatçımız sorularımızı şöyle cevaplıyor:

Barış Bey, şarkılarınızda hep bizden bir şeyler var. Bizi, bizim değerlerimizi anlatıyorsunuz. Kendi motiflerimizi işliyorsunuz. Böyle bir yolu seçmenizin sebebi nedir?

Bu soruyu, daha önce çeşitli gazetelerden ve dergilerden gelerek 10-15 defa sordular. Hepsine de aynı cevabı verdim: Ben, benim. Ve benim olanı anlatacağım. Bunun için de kendimle, kendi kültürümle ilgili şeyler söyleyeceğim. Çünkü ben İngiliz değilim, Alman değilim, Fransız değilim. Tabii bir şeyler anlatırken, karşıdaki insanlara da faydalı olacak bir şeylerin anlatılması gerektiğine inanıyorum.

Çoğu parçanızda, ibret verici atasözlerimiz yer alıyor. Bunları bulabilmek için özel bir gayret sarfediyor musunuz?

Doğrusu, hayır. Ama yıllar önce epey bir gayret sarf ettim. Artık, şarkı sözü yazarken, bir atasözü kitabını açmıyordum. Kafamda epey birikim var çünkü…

Tarihle ilginiz nasıl? Özellikle Osmanlı tarihiyle?

Ben aşağı yukarı her türlü tarihi okudum. Şuna inandım ki, geçmişi bilmezseniz geleceği anlayamazsınız. Veya yarına hazır olamazsınız. Bugünü ise hiç anlayamazsınız. Geçmişi bilmek gerekir görüşündeyim. Benim parolam şudur: Eskiyi bil, bugünü yaşa, yarına hazır ol…

Osmanlı'nın bize en çok tesir eden yönü nedir?

Osmanlı'nın en beğendiğim tarafı aristokrasi anlayışıdır. Allah biliyor ya, Osmanlı'nın bu tarafını hep sevdim, beğendim. Benim düşüncem katiyen sınıf ayrımı değil. İnsanları sınıflara ayırmam. Çünkü din olarak Allah'ın indinde herkes birdir. Osmanlı tarihinde enteresan bir aristokratik düzen varmış. Belki paşalıklar biraz rahat dağıtılmış olabilir ama san'atın korunmasında, mutfağın muhafazasında, mimarinin korunmasında… Sarayın rolü inkar edilemez. Bugüne kadar ne kadar güzel eser kalmışsa, bunlar birtakım paşaların, sultanların gayretleri sonucu kalmıştır ve bu durum, dünyanın her tarafından böyledir.

Barış Bey, maneviyat konusunda düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Gerek kişi hayatında, gerek toplum hayatında sizce maneviyatın rolü nedir?

Manevi değerlerin kişi ve toplum hayatındaki önemini inkar etmek mümkün değildir tabi. Nitekim bunu, şarkılarımda az çok dile getirmeye çalışıyorum. Günümüzde bir takım manevi değerlerin hayli zedelendiği doğru. Fakat henüz kaybolduğuna inanmıyorum. Manevi değerleri zedelemek ve ortadan kaldırmak için, çük büyük bir gayret gösteren bir basın var Türkiye'de… Dört beş tane gazete var, irili ufaklı… Bunların işleri güçleri, bu değerleri tahrip etmek. Tek dertleri bu. İnanılır gibi değil. Masa başında üretilmiş haberler, başkasının hakkını hukukunu hiç saymalar, insanın şahsiyetini rencide edici yazılar, resimler… İşleri güçleri bu. Sanki güdümlüler, bir yerlerden istikamet alıyorlar. Her sabah pırıl pırıl kağıtlara basılı bu gazeteler sunuluyor topluma. Sonra kalkıp, zararlı diye iki-üç dergiyle uğraşılıyor.

Şöhretin doruklarına çıkmış bir insan olarak, malın mülkün ve benzeri şeylerin mutluluk için yeterli olduğunu söyleyebiliyor musunuz?

Mümkün değil. Tek başına bir manası yok (küçük oğlunu göstererek) Mesela bunun bana verdiği mutluluğu hiçbir servet, şöhret veremez. Bunların verdiği mutluluk, parayla, şöhretle satın alınacak şeyler değil. Onlar da zaten ben paralı olduğum için, şöhret olduğum için gerçekleşmedi. Eşimle tanıştığım zaman cebimde beş kuruşum yoktu. Onlarla bir bağlantısı yok mutluluğun.

Anladığım kadarıyla hayli meşgul bir insansınız. Peki bunca iş arasında kitap okumaya vakit ayırabiliyor musunuz?

Kitap demeyelim de, ekseriyetle okurum. Hergün birkaç gazete okuyorum.

Dini kitaplarla aranız nasıl?

Doğrusunu isterseniz pek okuyamıyorum. Çockuğumda Kısas-ı Enbiya'yı falan okumuştum. Avrupa'ya öğrenci olarak gittiğimde Kur'an-ı Kerim'in Fransızca mealini okudum. Aslında insanların kapasitesi sınırlı. Herkesin Kur'an-ı Kerim'i anlaması, yorumlaması mümkün değil. Onun için, manasını bilecek, içindekilerini tatbik edebilecek kişilerin okuması daha doğru. Bir de herkesin anlayışı farklı. Biliyorsunuz körlerin bir fil olayı var. Kim neresini tutmuşsa orasını anlatmış. Herkes farklı bir şeye benzetmiş. Kur'an-ı Kerim gibi son derece engin bir kitap düşünün. Asırlardır dünyaya ışık tutan bir kitap. Bunu okudum, anladım demek hakkını kendimde nasıl bulabilirim ki?

Bu konuda çok haklısınız Barış Bey, fakat biliyorsunuz, her asırda dini tecdid eden, yenileyen, o asrın anlayışına uygun yorumlayan mücedditler (yenileyiciler) geleceğini Hadis-i Şerifler bizi bildiriyor. Sizin de belirttiğiniz gibi, herkesin Kur'an'ı okuyup, kendine göre mana vermesi düşünülemez elbet.

Evet, mühim olan, onların o tefsirlerinden bana bir şeylerin anlatılması.

Tabi herkesin kabına göre İslamiyet denizinden su alması söz konusu… Kabı büyük olanlar elbetteki daha çok su alacaklar.

Tabi tabi. Dediğim gibi, o denizden bir şeyler alan kişilerin, anladıklarını bir dost sohbetinde anlatması, beni aydınlatması daha önemli… Ve nitekim şarkılarımdaki birtakım güzel şeyler, buralardan çıkıyor. Yaşlı başlı din bilginleriyle, bu işe gönül vermiş insanlarla sohbet ederim ara sıra. Onların sohbetlerini iştiyakla dinlerim. Muhabbetlerimiz olur.

Bu tür kişilerle genellikle nasıl görüşüyorsunuz?

Muhtelif… Yolda, otobüste veya bir başka yerde… Geçen gün bir tanesiyle havaalanında karşılaştık. Kendisi Osmanağa Camii'nin emekli imamıymış. Benimle şakalaştı. Bir keresinde Kadıköy Müftüsüyle karşılaştık. Konuşurken şöyle dedi: "Siz güzel şarkılar söylüyorsunuz, parçalar yapıyorsunuz. Şarkılarınızda ara sıra Allah lafı geçiyor, herkes ayağa kalkıyor. Biz sabahtan akşama kadar camide Allah diyoruz, kimseler gelmiyor kardeşim…" Böyle şaka yapacak kadar hoşgörülü bir insan. Ben de şakaya şakayla karşılık verdim: İkimiz de aynı şeyi söylüyoruz ama, söyleyiş şeklimiz farklı olmalı dedim… Bu ve benzeri kişilerle çok sık karşılaşıyorum. Ya da onlar gelip beni buluyorlar. Onlar okuduklarını anlamışlar, kendilerini yetiştirmişler. O deryadan bana vereceklerini veriyorlar. Yani keçiboynuzunun balını çıkarmışlar.

Dinlemek, okumaktan daha kolay geliyor diyebilir miyiz?

Değil. O değil. Benim söylemek istediğim tembellik değil kesinlikle. Hem zaman açısından düşünüyorum. Hem de asıl önemlisi, acaba okuduğumu anlayacak mıyım, diye düşünüyorum. Peygamberimiz dışında Kur'an'ı Kerim'in tamamını kim anlamış ki… 14 asırdır insanlara ışık tutan bir kitap var. Milyonlarca, yüz milyonlarca insana rehber olmuş, onu herkesin anlaması kolay mı?

O zaman şöyle sorayım Barış Bey; gördüklerinizin ve dinlediklerinizin ışığında İslamiyet'in size en çok tesir eden tarafı neresidir?

Ben İslam denizinde bir damla kalırım. İslamiyet başlıbaşına bir deniz. Bense bir damla su… Dediğim gibi, yüz milyonlarca insanı asırlardır sürükleyen bir denizin dalgaları arasındaki bir zerreye böyle bir soru soruyorsunuz. Bu çok zor bir soru…

Bazı insanlar yaş ilerledikçe, ölümden korkar. Siz de böylesi bir korkuyu yaşıyor musunuz?

Doğrusu ölümden korkmuyorum desem yalan olur. (Küçük çocuğunu göstererek) Bu ufaklık henüz üç yaşında. Bir müddet daha yaşasam iyi olur, herhalde… Allah bunu görüyor. Ama ne zaman öleceğim? Bunu kimse bilmiyor ki… Pat diye kafana bir şey düşer ölürsün… Biraz daha yaşamayı isterim. Çünkü yarım kalan bir yığın işim var. En azından yazdığım şarkılarla birkaç milyon insana bir şeyler verebilirim. Tabi vade gelmişse yapacak bir şey yok.

Sohbetimizin sonuna doğru Barış Manço'yla Türkiye hakkında konuştuk. Ülkenin genel manzarasını çizdik. Bütün bunların ışığında Barış Manço sözlerini şöyle tamamladı:

Saygıyla anılacak bir tarihimiz var. Altı asırlık bir imparatorluğumuz var. Bu son 25-30 yıla yaşadığımız, ne olduğunu anlamadığımız arabesk hayatı hak etmiyor Türkiye… Basınıyla, sporcusuyla, onların hayatlarıyla, içkisiyle, aile düzenleriyle bitmiş, kokuşmuş bir olaydır bu. Bunun sona ermesi lazım ve sona erecek elbet. Her yerde bitti çünkü… Lut kavminde, Sodom Gomore'de, Pompei'de, Atina'da, Bizans'ta bitti… Burada da bitecektir. İki bin yıllarında daha iyi olacağız. Çünkü gelen gençlik, zımba gibi bir gençlik…

Evet biz de ümitle ve heyecanla hep o gençliği bekliyoruz temennisiyle bu sohbetimizden ayrılıyoruz.

Kaynak: Zafer Dergisi, Mart 1999, sayı: 267, s. 16-18.
Kaynak: tulipandrose.net